İyi günler.
Mercimek ve nohut yediğinizde her yeriniz kabarıyor boğazınız tıkanıyorsa mutlaka bir Allerji uzmanı muaynesi ve bazı önlemler alınması şart. Hastalığınızın durumuna göre belli bir ölçüde tedavi yapılabilmekte. Muayene olmanız önerilir.
Hayırlı Olanı Bilemeyiz
Yaşamımız boyunca birçok olayla karşılaşırız. Kimine seviniriz, kimine ise üzülürüz. Anlatacağımız bu Çin hikâyesi ne kadar da güzel anlatıyor hayırlı olanın ne olduğunu… Hep birlikte okuyalım:
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş ama kralın bile kıskandığı bir ata sâhipmiş. Kral bu at için ihtiyara neredeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam bir türlü satmaya yanaşmamış. “Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı?” dermiş. Bir sabah kalkmışlar ki at yok! Herkes şaşkın, köylü ihtiyarın başına toplanmış. “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Kral’a satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın,” demişler. İhtiyar, “Karar vermek için acele etmeyin,” demiş. Sâdece At kayıp deyin, çünkü gerçek sâdece bu. Ötesi sizin yorumunuz. Atımın kaybolması bir tâlihsizlik mi, yoksa şans mı? Bunu henüz bilemiyoruz.”
Köylüler ihtiyara kahkahalarla gülmüşler. Aradan iki hafta geçmeden, bir gece ansızın at dönmüş. Meğerse çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de vâdideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Bunu gören köylüler toplanıp ihtiyardan özür dilemişler ve onun adına sevinmişler. “Tamam” demişler, “Sen haklı çıktın, atının kaybolması bir talihsizlik değil âdeta bir devlet kuşu oldu senin için. Şimdi bir at sürün var.”
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz,” demiş ihtiyar. “Sâdece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sâdece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz.” Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmişler ama içlerinden, “Bu adam sâhiden budala,” diye geçirmişler.
Bir hafta geçmeden, ihtiyarın tek oğlu vahşi atları terbiye etmeye çalışırken attan düşmüş ve bacağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun bir süre yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmiş ihtiyara. “Bir kez daha haklı çıktın,” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun uzun süre bacağını kullanamayacak. Sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın.” İhtiyar, “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz,” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı, gerçek bu. Ötesi sizin yorumunuz, sizin verdiğiniz karar. Hayat böyle küçük parçalar hâlinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.”
Birkaç hafta sonra düşmanlar kat kat büyük bir orduyla saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan herkesi askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu hariç bütün gençleri askere almışlar.
Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş. Giden gençlerin öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler gene ihtiyara gelmişler. “Gene haklı olduğun kanıtlandı,” demişler. “Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki hiç dönmeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması talihsizlik değil, şansmış meğer.” “Siz erken karar vermeye devam edin,” demiş ihtiyar. “Oysa gelecekte ne olacağını kimse bilemez. Bilinen tek gerçek var, benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde… Bunların hangisinin tâlih, hangisinin şanssızlık olduğunu kim bilebilir ki?” İşte hayat böyledir. Neyin ne zaman olacağı ve neyle sonuçlanacağı pek bilinmez…